Deniz Siyaseti
Kanûnî Sultan Süleyman'ın Cezayir Beylerbeyisi Barbaros Hayrettin Paşa'şı İstanbul'a çağırması ile Akdeniz politikasında yeni bir safha başlar. 18 amirali ve kudretli donanması ile Cezayir'den İstanbul'a gelen (27 Aralık 1533) Barbaros, kaptan-ı derya tayin edildi (16 Nisan 1534).Barbaros Tunus'u fethetti (22 Ağustos 1534) ise de İmparator-Kral Charles-Quint bizzat gelerek Tunus'u Türklerden aldı (21 Temmuz 1535). Ülkenin kuzey kesimi, İspanyol nüfuzunda Araplar'da, orta ve güney kesimi ise Osmanlı'da kaldı. Ancak Barbaros ve amiralleri, İspanya ve bu devlete ait Güney İtalya topraklarını devamlı şekilde vurmaya ara vermediler. Bu arada Barbaros'un Balear Adaları seferi (Ağustos 1535), İtalya seferi (1537), büyük akisler yaptı. |
Venedik'ten Kiklad Adaları'nı aldı. Akdeniz'de Türk gücünü kıramadığı için hiç olmazsa makul çizgiye itemediği takdirde partiyi kaybedeceğini anlayan Charles-Quint, o zamana kadar cihan tarihinde görülmemiş büyüklükte bir armada hazırlayarak Andrea Doria idaresinde Donanma-yı Hümayun üzerine gönderdi.İki donanma en azından Akdeniz hakimiyetini kazanmak için Preveze açıklarında karşılaştı (28 Eylül 1538). En azından 120.000 insanın deniz üzerinde karşı karşıya geldiği bu çok büyük açık deniz vuruşmasında Barbaros taktik manevralarla birleşik Avrupa donanmasını perişan etti. Charles-Quint, intikam almak üzere Andrea Doria idaresindeki armadası ile Cezayir şehrine çıkarma yaptı. Barbaroszade Hasan Bey, İmparatorun ordusunu mahvetti ve Andrea Doria'nın armadası, Preveze'deki kadar ağır bir zayiat verdi. Charles-Quint'in hayatı en büyük fedâkârlıkla kurtarıldı (24 Ekim 1541).Barbaros, 1543 yazında İmparatorun elindeki Nice kalesini fethetti ve 1543-1544 kışını Toulon'da geçirdi. Charles-Quint, Avrupa'da başlıca rakibiydi, Fransa'yı ezmekten ümidini kesti. Barbaros şan ve şeref içinde İstanbul'da öldü (4 Temmuz 1546). Fakat pek kabiliyetli öğrenciler yetiştirmişti. Barbaros'un oğlu Hasan Paşa ve evlatlığı diğer Hasan Paşa ile arkadaşı Salih Paşa, Cezayir Beylerbeyisi olarak Kuzey Afrika'da mühim faaliyetlerde bulundular. Bu amiraller kendileri bağlı çok kudretli Cezayir Beylerbeğiliği donanması ile Batı Akdeniz'e hâkim oldular ve çok defa Atlantik'e çıktılar. Bu arada Çanakkaleli Salih Paşa, Fas Arap imparatorluğunu geçici olarak Türkiye'ye bağladı (22 Eylül 1551-Haziran 1556). Böylece Osmanlı hakimiyeti Atlantik'e ulaştı ve Cebelitarık Boğazı'nın güneyine yerleşti. İspanya'nın Kuzey Afrika'da bir iki üssü kalmıştı. Bunları, çok büyük fedâkârlıklarla elinde tutuyordu. Bu arada Barbaroszade Hasan Paşa, Cezayir'deki ikinci beylerbeyiliği sırasında Mostaganem'de İspanyolları çok ağır bir hezimete uğrattı (5 Eylül 1558). Barbaros'un en kabiliyetli ve deha sahibi talebesi Turgut Reis ise, Güney ve Orta Tunus'u fethettikten ve Andrea Doria'ya Cerbe'de kötü bir oyun oynadıktan sonra Malta'ya çıkartma yaptı (Temmuz 1551). Sonra Saint-Jean Şövalyelerinin elindeki Trablusgarb'ı fethetti (15 Ağustos 1551). Ponza'da da düşman donanmasını vurduktan sonra (5 Ağustos 1552), Korsika adasını baştan başa fethetti (17 ağustos 1153). 1565 Malta seferi çok büyük ölçüde bir savaş olmasına rağmen kartal yuvasına benzeyen ada alınamadı. Turgut Paşa, Malta kuşatmasında şehid oldu (17 Haziran).Hind Okyanusu'ndaki Türk deniz politikasına da Kanûnî Sultan Süleyman büyük ehemmiyet verdi. Hind Okyanusu'na bağlı Kızıldeniz, Aden Körfezi, Umman Denizi, Basra Körfezi ve açık okyanusta Türk filoları XVI. asrın başlarından itibaren görünmeye başladılar. Selman Reis'in Umman Denizi seferinden (1525) sonra yeğeni olan Mustafa Bey, Hindistan'da Gucarat'a sefer yaptı ve Aden'i fethetti. Diğer taraftan Özdemir Paşa da Sudan ve Habeşistan'da büyük fütühatta bulunarak Kızıldeniz'in batı sahillerini elde etti ve bu deniz de kapalı Türk gölü haline getirildi. Afla meydan muharebesi (Ağustos 1542) Habeşistan'ı Türk hakimiyetine soktu. Abdurrahman Bey, Aden açıklarında Portekiz donanmasını bozdu (Ekim 1544). Sonra Pîrî Reis Hint sularına geldi (1552). Umman'ı (Maskat) fethetti. Murat reis'in Hint kaptanlığı bunu takip etti (1552-1553). Büyük bilgin Seydi Ali Reis, Hürmüz (9 Ağustos 1554) ve Maskat (25 Ağustos) açık deniz muharebelerinde Portekiz donanması ile çekişti ve Hindistan'a gitti. Asrın sonlarında Ali Bey'in Doğu Afrika seferleri (1584-1589), Türk hakimiyetini Kenya, Tanganika ve Mozambik'e kadar götürerek Ekvator'un güneyine atlattı. Özdemir Paşa'nın Habeş Beylerbeyliği'nden (1555-1562) sonra oğlu Osman Paşa'da Habeşistan ve Yemen'de büyük fütühat yaptı. Kanûnî'nin oğlu ve halefi II. Selim zamanında (1666-1574) bu deniz seyahati devam etti. Kurdoğlu Hızır Hayreddin Reis'in bir filo ile Sumatra'ya yaptığı sefer (1568-1569), Osmanlıların ilk ve son Endonezya-Malezya seferleri değildir. Fakat en meşhurlarıdır. Bu suretle Osmanlı hakimiyeti, Hind Okyanusu'ndan sonra büyük Okyanus'a da erişmiştir. Bu arada Astırhan seferi (1569) yapıldı. Fakat Volga deltası elde tutulamadı. Kıbrıs'ın fethi (1 Temmuz 1570-1 Ağustos 1571) de daha çok bir deniz harekâtı mahiyetindedir. Venedik'in elindeki ada, Piyale Paşa'nın kumandasındaki donanma tarafından abluka edildikten sonra Lala Mustafa Paşa adayı almıştır. Kıbrıs fethi yeni bir Haçlı armadanın teşekkülüne zemin hazırlamıştır. Bu armada bazı Türk devlet adamlarının gafleti yüzünden İnebahtı'nda, Donanma-yı Hümayun'u bozmuştur (7 Ekim 1571). Denizaşırı politika, II. Selim'in oğlu ve halife III. Murad devrinde (1574-1595) de devam etmiştir. Fas imparatorluğunun Türkiye'nin himayesine girmesi (9 Mart 1576), bu politikanın neticesidir. Kuzey-Batı Afrika'da büyük ülkeleri içine alan bu münim Arap devletinin XVII. asrın ortalarına kadar tamamen veya kısmen Osmanlıya tabi olması Vâdi's-Seyl zaferinin (4 Ağustos 1578) eseridir. Bu meydan muharebesinde Ramazan Paşa, büyük Portekiz ordusunu yok etmiş, Portekiz-İspanyol armadasını da büyük ölçüde hırpalamıştı. Vadi's-Seyl asrın büyük devletlerinden olan Portekiz'i yıkmıştır. Türkiye, İspanyol emperyalizmine karşı İngiltere'yi de savunmuştur. Fransa gibi İngiltere'nin de İspanya karşısında çökmemesi için büyük çaba harcamıştır. 1575'ten 1592'ye kadar Polonya (Lehistan) krallığı ve Litvanya büyük-dükalığı da Türkiye'ye tabi olmuş, Polonya krallarını padişah tayin etmiş, bu suretle Türk nüfuzu Baltık kıyılarına varmıştır. 1566'da Kanûnî Sultan Süleyman'ın bıraktığı cihan devleti, bütün haşmet ve şevketine rağmen, kötülük filizlerinden temizlenmiş değildi. Bu filizler çeyrek asır sonra yeşermeye başladı. II. Selim devrinde devlet, geniş ölçüde diktatör-vezir Sokullu Mehmed Paşa'nın elinde kaldı. Vezirliği 14 yıldan fazla sürdü ve öldürülmesiyle sona erebildi (12 Ekim 1579). III. Murad öldüğü zaman (15/16 Ocak 1595) Almanya ile büyük bir savaş başlamış ve İmparatorluğun zaafları ortaya çıkmıştı. III. Murad'ın son günleri cihan devletinin sınırlarının azamiye eriştiği devirdir. İmparatorluk, himaye altındaki ülkelerle beraber 20. 000.000 km2 'ye erişmişti (Polonya-Litvanya ile beraber Avrupa'da 2.848.940, Asya'da 4.815.832, Fasla beraber Afrika'da 12.237.419, toplam 19.902.191 km2 ). Bu topraklardaki nüfus 100 milyondan az değildi. Dünya nüfusunun 540 milyon civarında olduğu o yıllarda her 5.4 insandan birinin, padişahın tebaası bulunduğu ortaya çıkar. Üstelik daha 4 Türk imparatorluğu bu yıllarda çok güçlü idiler. İran Safevî Türk İmparatorluğu (taht şehri 1587'den sonra Isfahan, 1.621.000 km2 , 15 milyon nüfus), Timuroğullarının Hindistan Türk İmparatorluğu (taht şehri Akra, 3.674.000 km2 , 120.000.0000 nüfus), Adilşahların Güney Hindistan Türk imparatorluğu (taht şehri Bicapur, 453.000 km2 , 22.000.000 nüfus). Büyük devlet mahiyetinde olmayan başka Türk devletleri de vardı: Güney Hindistan'da Kutbşahlar (taht şehri Gülkendi, 295.000 km2 , 10 milyon nüfus), Sibir Hanlığı vs. Dünya nüfusu kıtalara göre şöyle idi: Asya 350 milyon (%63.6), Avrupa 122 milyon (%22.4), Afrika 60 milyon (%10.9), Kuzey Amerika 9.5 milyon (%1.8), Güney Amerika 5 milyon (%0.9), Okyanusya 2 milyon (%0.4) (1600 yılı tahminleri).Osmanlı cihan devletinin zaafı, Almanya ile uzun ve çetin sürecek bir savaş sırasında ortaya çıkar ve iç bünyedeki çöküntüler kendisini belli eder. Lüzumsuz yere Almanya'ya harp ilan etmesinden sonra (4 Temmuz 1593) Viyana'nın yanıbaşındaki Yanıkkale'nin (Györ/Raab) fethi (27 Eylül 1594) ve burasının yeni bir beylerbeyilik (eyalet) merkezi yapılmasıyla parlak başarılar görülürse de harp, imparatorluğun daha çok iç bünyesindeki zaaflar, eski büyük ve deha sahibi kumandanlarının hemen hemen kesilmesi, orduda anarşi ve liyakatsiz kumandanlar gibi sebeplerle, bir denge ve yıpranma savaşı haline girer. III. Murad'ın yerine geçen III. Mehmed (1595-1603) zamanına savaş, bu şartlarla intikal eder. Bu padişahın son yıllarında Anadolu'da Celalî ihtilallerinin başlayıp yayılması, devletin Rumeli ile beraber iki kanadından olan Anadolu'da durumun karıştığı ve felaket tohumlarının yeşerdiğini gösterir. Estergon'un Almanların eline düşmesi (2 Eylül 1595), Tuna üzerinde bir köprünün tedbirsizlik yüzünden akıncılar geçerken yıkılması ve akıncıların Tuna'ya dökülüp boğulması (27 Ekim 1595) gibi facialardan sonra işin serdar-ı ekremler vasıtasıyla yürütülemeyeceği anlaşılır. III. Mehmed, babası ve büyükbabasının hiç sefere çıkmamasına rağmen sefere çıkmaya karar verir. 1576'da Kanûnî'nin Sigetvar seferinden beri 30 yıldır ilk seferdir. III. Mehmed, Eğri'yi alarak (12 Ekim 1596) Almanları Kuzey-Doğu Macaristan'dan atar. Alman imparatorluk ordusu Haçova meydan muharebesinde (26 Ekim 1596) imha edilir ki, bazı tarihçilere göre Osmanlı Türklerinin kazandıkları cihan çapında ehemmiyet taşıyan son büyük meydan muharebesidir. Aynı çapta bir meydan muharebesinden (Mohaç) sonra 70 yıl önce Kanûnî bir hamlede bütün Macaristan'ı fethetmişti. Osmanlı teşebbüs gücü o kadar tavsamıştır ki, Haçova'da düşman ordusu imha edilmekle kalınır. Zitvatorok sulhu imzalanır (11 Kasım 1606). Şu bakımdan manalı bir anlaşmadır: Almanya imparatorunun Türkiye'ye verdiği vergi kesilir, O zamana kadar Türkiye, Avrupa'da padişahtan başka imparator olmadığı iddiasındadır ve bu iddiasını Almanya imparatoruna da kabul ettirmiştir; o tarihe kadar Türkler de Almanya hükümdarının imparator olduğunu kabul eder. Türkiye'nin toprak kaybı yoktur ama bir iki kale dışında kazancı da yoktur. Halbuki şimdiye kadar Divan-ı Hümayun, devlete radikal kazanç kazandırmayan hiç bir anlaşmayı kabul etmemiştir. Demek ki Türk cihan devleti hala cihan devletidir, fakat büyüme gücünü, sıçrama enerjisini kaybetmiş, durgunluk devresine girmiştir. Bu anlaşma III. Mehmed'in oğlu ve halefi I. Ahmed devrinde (1603-1617) imzalandı. Bu devirde Celâlî ihtilalleri devam eder. Vezir-i azam ve Serdar-ı Ekrem Kuyucu Murad Paşa, 5 yıla yakın çalışarak ölümüne kadar (5 Ağustos 1611) bu ihtilallerle uğraşır. Fakat anarşinin kökü derinde ve sebepleri çeşitlidir. Şiddetle davranmasına rağmen ancak geçici başarılar kazanır. Zira isyan edenler düşmanlar değil, çevrelerine Anadolu Türkü toplayan eski beylerbeyiler, sancakbeyleri, sipahi subaylarıdır. Akdeniz'de hakimiyet değilse bile, üstünlük devam ettirilir. Kaptan-ı Derya Damat Halil Paşa'nın Akdeniz seferi ve Malta'ya asker çıkarması (13 Mayıs-28 Kasım 1614), çok başarılı olur. I. Ahmed'in genç yaşında zamansız ölümü üzerine büyük oğlu Sultan Osman, bu saray entrikası ile bertaraf edilerek yerine Sultan Ahmed'in kardeşi I. Mustafa (1617-1618) tahta çıkarıldı. Fakat deli olduğu anlaşıldığı için 3 ay sonra tahttan indirildi. II. Osman (1618-1622) padişah oldu. Onun devrinde Polonya ile münasebetler bozuldu. Yaş ve Turla meydan muharebelerinde (20 Eylül ve 7 Ekim 1620) Leh orduları bozuldu. II. Osman, bizzat sefere çıktı. Hotin önlerine kadar geldi (3 Eylül 1621). Hotin Anlaşması (6 Ekim 1621), Polonya krallığını yeniden Türkiye himayesine sokacak maddeler ihtiva etmesine rağmen Türk devletinin iç meseleri yüzünden istifade edilemedi. I. Mustafa'ya nasıl annesi niyâbet etmişse, çocuk IV. Murad'a da annesi Kösem Mehpeyker Valide Sultan, saltanat naibesi oldu. Anarşi ve yolsuzluklar arttıkça arttı. İhtilaller birbirini takip etti. Bu iklimde yetişen IV. Murad, 8 Haziran 1632'de sert bir darbe ile iktidarı şahsen eline aldı. Zulme kaçtığı rahatça iddia edilebilecek, Osmanlı tarihinde ne kendisinden önce, ne de kendisinden sonra asla görülmemiş bir sertlikle devleti idare etti ve şahsından başka hiç bir otoriteye müsamaha etmedi. Çok geniş ölçüde huzuru, âsâyişi sağladı, anarşiyi ezdi ise de sonraki olaylar bu işin padişahın şahsıyla kaim olduğunu gösterdi. Bununla beraber bazı tarihçiler IV. Murad'ın devletin ömrünü yarım asır uzattığını söylerler. Kanûnî ile II. Mahmud arasında gelen padişahların en büyüğü, XVII. asır Türk tarihinin çok seçkin bir simasıdır. Dahi olarak doğmuş, hadiselerle olgunlaşmış, fakat gene içinde yaşadığı ortam ve gördükleri, kendisini zulme itmiştir. Büyük bestekârdı. Asker doğmuş, en büyük orduları sevk u idare edebilecek kabiliyetlerle mücehhez bir şahsiyetti. 27.5 yaşında ölümü, devleti çok sarstı. IV. Murad devrinde İran savaşları hiç bir zaman görülmemiş ve görülmeyecek boyutlar kazandı. Savaş, Bağdad'ın, bir süprizle Safevîlerin eline düşmesiyle başladı (11/12 Ocak 1624 gecesi). Hafız Ahmed Paşa Bağdat'ı geri alamayınca (1625-1626) vezir-i azam olan Hüsrev Paşa, İran'ı altüst etti. Hamedan'ı (9 Haziran 1630) ve Batı İran'da çok yerleri fethetti, fakat Bağdat'ı geri alamadı. IV. Murad, Revan Seferi denen ilk seferine çıktı (28 Mart-27 Aralık 1635). Kuzey'de İran'ı ezdikten sonra çok büyük hazırlıklarla Bağdat Seferi denen ikinci sefere girişti. 15 Kasımda Bağdad'a geldi ve çok kanlı muharebelerden sonra şehri aldı (24 Aralık 1638). Bağdat Fatihi ünvanını hak etti. Kasr-ı Şirin anlaşması (17 Mayıs 1639), 15 yıldan fazla devam eden bu büyük, kanlı ve neticeleri şüpheli savaşa son verdi. Bu anlaşma, bu günkü Türkiye-İran ve Türkiye-Irak sınırlarını -Irak'ı Osmanlı devletinde bırakmak üzere- çiziyor ve Kafkasya'yı Osmanlı ve Safevî imparatorlukları arasında paylaştırıyordu. |