Osmanlı Mimarisi
Osmanlı Mimarisi |
Erken Dönem Osmanlı Mimarisi |
Klasik Dönem Osmanlı Mimarisi |
Geç Dönem Osmanlı Mimarisi |
Osmanlı Mimarisi
Topkapı Sarayı, Bağdat Köşkü
Osmanlılar fevkalâde imarcıdır. Yapıları kendi medeniyetine ait olmasa bile ihtimamla korur. İmar görülmediği hiçbir imparatorluk köşesi yoktur. Dişinden tırnağından arttıran mütevazı mahalle zenginleri bile, bir mescid yaptıramadığı takdirde bir çeşme yaptırır veya bir mektep tamir ettirir. Toplum anlayışı fevkalâde güçlüdür. Kendilerinden sonraki nesiller içinde şefkat fikri çok gelişmiştir.
Mimar Sinan'ın dünya tarihinin en büyük mimarlarından biri belki birincisi olduğunda ittifak vardır. Bir asır yaşayan ve son yarım asrını mimarbaşı olarak geçiren Sinan şu eserleri yapmıştır. 81 cami, 50 mescid, 55 medrese,19 türbe, 14 imaret, 3 hastahane, 7 su bendi (baraj), 8 köprü, 16 kervansaray, 33 saray, 32 hamam, 6 mahzen, 7 d'arulkurrâ. Bu 441 eser bütün imparatorluğa dağılmıştır.
Topkapı Sarayı, Harem / Harem Vitrayları
Camiler
Osmanlı her çeşit yapı yapmıştır. Fakat en önemlileri şüphesiz camilerdir. Cami bir şehirde merkez teşkil ediyor ve pek çeşitli binalar etrafını çevirerek bir kültür sitesi halini alıyordu. Bunlara "Selâtin Camii" deniliyordu. Başta padişahlar olmak üzere hânedan mensuplarının yaptırdıkları daha çok bu şekildeydi. Camilerde zarif, sade, fakat süzülmüş bir zevk mahsulü olan çini, mermer, tahta veya sıva üzerine nakış gibi süslemeler vardı.
Osmanlı her çeşit yapı yapmıştır. Fakat en önemlileri şüphesiz camilerdir. Cami bir şehirde merkez teşkil ediyor ve pek çeşitli binalar etrafını çevirerek bir kültür sitesi halini alıyordu. Bunlara "Selâtin Camii" deniliyordu. Başta padişahlar olmak üzere hânedan mensuplarının yaptırdıkları daha çok bu şekildeydi. Camilerde zarif, sade, fakat süzülmüş bir zevk mahsulü olan çini, mermer, tahta veya sıva üzerine nakış gibi süslemeler vardı.
Erken Osmanlı Sanatı
(Başlangıcından Fatih Dönemi sonuna kadar)
Osmanlı Mimarisinin erken döneminden günümüze gelen yapıların çoğu dini mimariye bağlıdır. Dönem üsluplarını ve plan gelişmesini kesintisiz inceleyebileceğimiz başlıca yapı grubu ise camilerdir. Camileri plan ve işlevlerine göre gruplara ayırmak da tanıtımı kolaylaştırıcı olacaktır.
Tek kubbeli camilerin ilk örneklerini Anadolu Selçuklularının mescitlerinde bulunuyoruz. Osmanlılar bu tipi geliştirmiş ve anıtsal sayılabilecek örneklerini vermişlerdir. Tarihi belli en eski Osmanlı Camii, tek kubbeli bir yapı olan ve 1333 yılına tarihlenen İznik’teki Hacı Özbek Camii’dir. Tek kubbeli kare bir mekân ve bunun önünde yer alan kubbeli son cemaat yeri ile “Tek kubbeli cami” tipinin karakteristik bir örneği olan yapı, dönemin özelliklerinin bir çoğunu bünyesinde taşır. Taş ve tuğla dizilerinden oluşan duvar, kiremit örtülü kubbe bu özelliklerdendir. Ancak geçirdiği çeşitli tamirler, bu yapının orijinal planını ve görünüşünü olumsuz yönde etkilemiştir.
İznik’teki Yeşil Camii ise tek kubbeli camilerin değişik bir yorumu olarak karşımıza çıkmaktadır. Mekân, kubbeli kare bölümün giriş yönüne eklenen bir kısımla ana eksen üzerinde uzatılmıştır. Bu durum, enine gelişen ideal cami mekânı düşüncesine aykırı bir uygulamadır. Zaten sonraki örnekler üstünde de bir etkisi görülmez. Camiyi I. Murad’ın vezirlerinden Çandarlı Halil Hayrettin Paşa yaptırmıştır. Yapımına 1378’de başlanmış, ancak cami Paşa’nın ölümünden sonra 1391’de tamamlanmıştır. Yapının mimarı Hacı Musa’dır. Yeşil Cami, erken Osmanlı döneminde mimarı bilinen az sayıdaki yapılardan biridir. Cami adını yeşil renkli çinilerle kaplı minaresinden almaktadır. Ancak çiniler geç dönemlerdeki tamirlerle yenilenmiştir. Yapının orijinal süslemesini içinde ve dışında yer alan mermer işçiliği oluşturur. Birbirinin tam eşi olmayan sütun başlıkları ve son cemaat yerindeki korkuluk levhalarının yanında, Osmanlı döneminden bilinen en eski mermer mihrap da bu süsleme arasında yer almaktadır. Osmanlı mimarisinde tek kubbeli caminin sayısız denilebilecek kadar örneği vardır. Daha geç dönemlerdeki örneklerin bazıları ise anıtsal ölçülerdedir.
Erken Osmanlı döneminin önemli bir yapı grubu da “Zaviyeli Camiler”dir. Araştırmacılarca bunlara “Ters T”, “Kanatlı”, “Çok işlevli” gibi değişik adlar da verilmektedir. Bu gruptaki yapıların planı, ana eksen üzerinde yer alan kapalı bir avlu durumundaki merkezi mekân ve çevresindeki üç eyvandan oluşur. Osmanlı mimarisinde bütün mekânları kubbe ile örtmek eğilimi kuvvetlidir. Zaviyeli yapılarda da eyvan düşüncesinden gelişen bölümlerin çoğu kubbe ile kaplıdır. Bu plan, Türk mimarisinin çok daha önceleri geliştirdiği “dört eyvanlı yapı” tipinin değişmesiyle ortaya çıkmıştır.
Bu tipin erken örneklerinden biri İznik’teki Nilüfer Hatun İmareti’dir. I. Murad Hüdavendigar tarafından annesi Nilüfer Hatun için yaptırılmıştır. Kesin tarihi bilinmez. Ancak I. Murad tarafından yaptırıldığı bilindiğinden, 14. yüzyıl üçüncü çeyreğine ait olduğu kabul edilebilir. Tuğla ve taş dizilerinden oluşan duvar tekniği bu dönem için karakteristiktir. Sütun başlıkları ise mukarnaslı klasik dönem başlıklarının öncülerinden sayılabilir.
Bursa’daki Hüdavendigar Camii de aynı tipin bir örneğidir. Ancak, üst katının medrese olması ile bütün Osmanlı yapılarından ayrılır. Başka hiçbir Osmanlı yapısında medrese ve cami bu biçimde birleştirilmemiştir. Kıble eyvanının tonozlu oluşu da yine tipik örneklere göre farklı bir özelliktir. Bu durum, zaviyeli camilerin dört eyvanlı plandan geliştiğini açıkça gösterir. ıki katlı cephe, 14. yüzyılda Akdeniz bölgesinin çeşitli yörelerinde uygulanan bir cephe düzenini yansıtmakta, bu düzen içinde ikiz pencereler hemen dikkati çekmektedir. Bu yapıda da tuğla ve taş dizileri birlikte kullanılmış, bu malzeme yardımı ile yer yer geometrik süsleme elde edilmiştir.
Yine Bursa’da, bu kez Yıldırım Bayezid’in yaptırdığı bir yapı olan Yıldırım Camii de zaviyeli tiptedir. Cami, medrese ve darüşşifa ile birlikte bir külliye oluşturmaktadır. 1400 yılına ait olan yapıda Bursa’daki daha eski yapılardan farklı bir biçimde cephe tümüyle taştan yapılmıştır. Taş malzeme Bursa’ya çevreden getiriliyordu. Bu nedenle maliyeti yüksek olan bu malzeme, ancak Yıldırım Bayezid döneminde devletin güç kazanmasına paralel olarak önemli yapılarda kullanılmaya başlanmıştır. Yapının dış süslemesinde taş, özellikle de mermer egemendir. “Mukarnas” adını verdiğimiz eleman dekoratif amaçla çok sık kullanılmıştır. İç süslemede ise yan odalarda bulunan alçı işleri dikkati çekmektedir. Bu süsleme ile caminin yan mekânlarında, adeta dönemin Türk evinin bir odası canlandırılmak istenmiştir.
Bursa’da Çelebi Sultan Mehmed’in yaptırdığı Yeşil Cami de aynı tipin önemli örneklerinden biridir. Medrese ve Yeşil Türbe ile bir külliye halinde olan yapının kitabesinde mimarın adı belirtilmiştir. 1424’te tamamlanan külliyenin mimarı Hacı ıvaz’dır. Yapının ana ekseni üstünde kubbe ile örtülü iki bölüm, yanlarda eyvanlar, ayrıca her yanda ikişer oda bulunmaktadır. Odalar orta mekândan ayrılmış bölümler halindedir. Yapının cephesinde bir son cemaat yerinin düşünüldüğünü gösteren izler bulunmaktadır. Ancak bu bölüm hiçbir zaman yapılmamıştır. Giriş cephesi taş süslemesi ile dikkati çekmekte, alınlıklarda, pencere ve portal çevresinde çok kaliteli mermer kabartmalar yer almaktadır. Ayrıca iki yandaki küçük mihraplar da aynı süsleme özelliğini göstermektedir. Bütün bu süslemelere Rumi motifleri egemendir. Portal yapıdaki taş süslemenin yoğunlaştığı bölümdür. Bu kapının oldukça yüzeysel mermer kabartmalarla kontrast oluşturan zengin mukarnaslı kavsarası, dönemin en görkemli portallerinden biridir. Kapının yukarısında yapı kitabesi bulunmaktadır. Bu kuşağın altında iki yanda, mimarın adını belirten kitabe vardır. Köşeliklerde ise iri palmetler ve rumilerden oluşan zengin süsleme yer almaktadır. Caminin içinde bir mekân birliğinden söz edilemez. Mihrap Osmanlı çini sanatının seçkin ürünlerindendir. Renkli sır tekniğindeki çiniler yapının başlıca iç süslemesini oluştururlar. Girişin üstünde ise bir loca görünümündeki hünkâr mahfili yer almaktadır. Bu bölüm de renkli sır tekniğinde, kısmen kabartma çinilerle kaplıdır. Geometrik, yıldızlı desenin ayrıntılarında küçük çiçekli ve rumili motifler kullanılmıştır. Yapıdaki süslemenin tamamından sorumlu olan Nakkaş Ali bin ılyas Ali’nin adı ise hünkâr mahfilinin üst kısmındaki kitabede yer almaktadır. Yıldırım Camii’nin yan odalarındakine benzer alçı süslemeler, bu yapının yan odalarını da süslemektedir. Yeşil Cami ve külliyesi erken Osmanlı döneminin süsleme açısından en zengin yapısıdır ve hemen her çeşit mimari süslemenin kaliteli örneklerine sahiptir.
Yeşil Külliye’nin en tanınmış yapısı ise kuşkusuz Yeşil Türbe’dir. Sekizgen planlı ve kubbeli tipik bir Osmanlı türbesi biçimindeki yapı, Çelebi Sultan Mehmed için yapılmıştır. Adını cephelerini süsleyen yeşil çinilerden almaktadır. Portal süslemesi de renkli sır tekniğindeki çinilerdendir. Bu çinilerin arasında kabartma olan örnekler bu türün nadir ürünleri arasındadır. Çiniler türbenin iç süslemesine de egemendir. Osmanlı çini mihrapları içinde en görkemlilerinden biri bu yapıdadır. Mihrabın geometrik motiflerle birlikte vazodaki çiçeklerden oluşan bitkisel süslemesi, tipik bir Osmanlı kompozisyonu oluşturmaktadır. Çelebi Sultan Mehmed’in çini lahdi de renkli sır tekniğinin başarılı örneklerinden sayılmaktadır. Yeşil Türbe’nin kapısı kitabeli olması nedeniyle Yeşil Külliye’nin ahşap işçiliği ile ilgili bir belge niteliği taşımaktadır. Bu kapıda Tebrizli Ali ustanın adı belirtilmiştir. Yeşil Camii’nin çok kaliteli ahşap işçiliğinin de bu ustanın yapıtı olduğu kesindir.
Bursa’daki önemli bir başka yapı topluluğu da Muradiye Külliyesi’dir. Merkezini II. Murad’ın yaptırdığı Muradiye Camii’nin oluşturduğu külliyede bir medrese ile bir darüşşifadan başka, başta II. Murad’ın türbesi olmak üzere çok sayıda türbe de bulunur. Cami ve külliye 1447 tarihlidir. Türbeler arasında ise yalnızca II. Murad’ınki bu tarihe aittir. Öteki türbeler değişik dönemlerin yapılarıdır. Muradiye Camii de zaviyeli camiler grubuna girer. Caminin planı bu tipin en yalın biçimini yansıtmaktadır. Yapı, ana eksen üzerindeki kubbeli iki bölümle yanlardaki eyvanlardan oluşmaktadır. Buna karışlık, gerek dış gerekse iç süsleme bakımından zengindir. Dış cepheye renkli görünüşünü kazandıran taş ve tuğla işçiliğine, yer yer renkli sırlı tuğla ve çiniler de katılmıştır. Dış süslemeye genellikle geometrik motifler egemendir. Giriş cephesinin zengin süslemesine karışlık, öteki cephelerde yalın bir tuğla-taş duvar işçiliği gözlenir. Bu özellik dönemin pek çok yapısında bulunmaktadır. Başlıca iç süsleme ise, duvarların alt bölümlerini kaplayan tek renkli çiniler ve çevrelerindeki çini bordürlerdir. Buna karışlık mihrap süslemesinde çini bulunmamaktadır.
Sultan II. Murad’ın türbesi caminin yakınındadır. Kare planlı türbenin orta kısmının üstü açık bırakılmıştır. Bu ve mimarideki başka bazı özellikler, II. Murad’ın yazılı vasiyetine dayanmaktadır. Türbenin başlıca süslemesi giriş cephesinin saçaklarındaki renkli nakışlardır. Bu süslemenin türbeye göre daha geç bir tarihe ait olduğu da söylenebilir.
Sultan II. Murad Edirne’de de aynı tipte bir cami yaptırmıştır. Yalın bir mimariye sahip olan bu yapıda dış süsleme hemen hiç yoktur. Kesin tarihi bilinmeyen yapı dıştaki yalınlığa karışlık, içerde oldukça yoğun bir süsleme barındırır. Çini mihrabın bu süslemeler arasında özel bir yeri vardır. Renkli sır tekniğinin karakteristik renkleri sarı ve açık yeşilin mavi-beyazlarla kaynaştığı bu düzenleme, güzelliğinin yanında konunun araştırıcıları için de ilginç bir örnektir. Geometrik süslemenin kıvrık dallar üzerindeki zengin Rumilerle birleştiği kompozisyon, yapının renkli duvar nakışlarında da yinelenmiştir. Kıble yönündeki kare bölümün duvarlarının alt kısımlarında mavi-beyaz altıgen çiniler bulunmaktadır. Bu mekânın duvar ve kemerlerinde, mihraptaki süslemeye çok benzeyen renkli duvar nakışları ortaya çıkarılmıştır. Ancak altıgen çinilerin kısmen bu düzenlemenin üzerinde bulunması, çinilerin daha sonra monte edildiğini göstermektedir.
Osmanlı mimarisinde karşımıza çıkan bir başka cami tipi çok kubbeli “Ulu cami”dir. Bu plan tipi Selçuklu döneminden tanıdığımız ahşap direkli camilerden gelişmiş bir mimari formdur. Osmanlılarda bütün mekânları kubbe ile örtmek eğilimi kuvvetli olduğundan, bu tipteki yapıların her bir bölümü de kubbe ile kaplanmıştır. Ancak kimi örneklerde bölümlerden bazısının tonozlu olduğu görülür.
Bursa Ulu Camii de 20 kubbesi ile bu tipin anıtsal bir örneğidir. Yıldırım Bayezid tarafından yaptırılmış ve 1400’de tamamlanmıştır. Ana eksen üstündeki dört kubbe
ötekilerden daha yüksek tutularak eksen iyice belirtilmiştir. Ana eksendeki kubbelerden birinin üzeri aydınlık feneri ile örtülmüş, bunun tam altına da şadırvan konularak, adeta avlu düşüncesi yaşatılmaya çalışılmıştır. Bu tip yapılarda bir mekân birliğinden kolayına söz edilemez. Nitekim Bursa Ulu Camii’nde de iri payeler genel görüşü engelleyerek, mekânı bölmektedir. Kitabeli ahşap minber ise caminin tarihlendirilmesi konusunda bir dayanaktır.
Edirne’deki Eski Cami de, Ulu cami tipinin önemli örneklerinden biridir. Bu yapıda kubbe sayısı dokuzdur. Yapımı Emir Süleyman Çelebi tarafından başlatılmış, Çelebi Sultan Mehmed tarafından tamamlatılmıştır. Orta eksendeki kubbeler bu camide de belirtilmiştir. Bu özellik, kubbeye geçiş elemanlarının her birimde farklı olması ile sağlanmıştır. Eski Cami süsleme açısından oldukça yalın bir yapıdır. Bunda süsleme elemanlarının deprem ve yangınlarda yok olmasının da payı vardır. Bugünkü minber ise, yangın geçirmiş olan çok kaliteli orijinal minberin kalan kısımlarından oluşturulmuştur.
Osmanlı mimarisinde klasik dönemi hazırlayan yapılar içinde Edirne’deki Üç şerefeli Camii’nin önemli bir yeri vardır. Dikdörtgen bir planın ortasında altı dayanağa oturan büyük bir kubbe yer almış, mekân ayrıca iki yanda daha küçük kubbelerle örtülü ikişer bölümle genişletilmiştir. Bu yolla enine gelişen ideal cami planına yaklaşılmıştır. Tek kubbenin altında toplanan mekân, caminin büyük bir kısmını kapsamaktadır. Öteki bölümler ise kaybedilmiş mekânlar sayılabilir. Bu plan tipi ileriki yıllarda da birçok kez kullanılmıştır. II. Murad tarafından 1443-1447 yılları arasında yaptırılmış olan cami, adını üç şerefesine de ayrı merdivenlerle çıkılan minaresinden almaktadır. Minarelerin avlunun dört köşesine yerleştirilmesi de ilk kez bu yapıda uygulanmıştır. Caminin portalinde ise öteki yerlere oranla daha yoğun bir taş süsleme bulunmaktadır. İki kemer içinde mukarnas kavsaranın yer aldığı kapıda en ilginç süsleme yapı kitabesidir. Girift bir istif içindeki bu kitabe süsleme sanatı açısından özel bir anlam taşımaktadır.
İstanbul’un fethi ile Osmanlı sanatına yeni bir canlılık gelmiştir. Rumeli Hisarı adeta fethi simgeleyen bir yapıdır. Fatih Sultan Mehmet tarafından İstanbul’un fethine son hazırlık olarak yaptırılan yapı, Anadolu Hisarı ile birlikte boğazı koruyan en önemli askeri tesis olmuştur.
İstanbul’da fetihten sonra Osmanlıların yaptırdığı ilk önemli dini yapı grubu, Fatih Külliyesi’dir. Külliyenin merkezini oluşturan cami 1470/71 yılında tamamlanmıştır. 1765’de depremde çok büyük hasar gören yapı, 1767-1771 yılları arasında Sultan IŞI. Mustafa tarafından yeniden inşa ettirilmiştir. Bugünkü cami, gerek plan gerekse üslup açısından 18. yüzyıl özelliklerine sahiptir. İlk caminin, merkezi büyük bir kubbeyi destekleyen bir yarım kubbesi olduğu, yazılı ve resimli kaynaklardan anlaşılmaktadır. Yapı bugün ise dört yarım kubbelidir. Yine de ilk Fatih Camii’nden ve süslemesinden bazı bölümler günümüze gelmiştir. Örnek vermek gerekirse, ilk akla gelenler dış avlu duvarının renkli taş kakmalı pencere alınlıklarıdır. İç avludaki çini pencere alınlığı da Fatih döneminden günümüze gelmiştir. Fatih dönemi, mimarinin yanı sıra süslemede de imparatorluk sanatına geçiş, bu nedenle de yeni teknikler ve üsluplar arama dönemidir. İç avludaki çiniler de teknikleri açısından arayış döneminin ürünü sayılabilir.
Fatih Sultan Mehmet’in veziri Mahmud Paşa’nın İstanbul’da yaptırdığı cami, zaviyeli cami tipinin geç örneklerinden biridir. 1463 tarihli yapı oldukça dağınık bir plana sahiptir. Mekân birliğinden hiçbir biçimde söz edilemez. Süslemesi ise yok denecek kadar azdır. Buna karışlık, caminin hemen yanında Mahmud Paşa Türbesi’nin süslemesi çok ilginçtir. Sekizgen planlı ve kubbeli türbenin dış cephesi, taş içine kakma lacivert ve firuze renkli çinilerden geometrik bir süslemeye sahiptir. Ancak Osmanlılar bu tekniği ilerki yıllarda kullanmamışlardır.
İstanbul’daki 1471 tarihli Murad Paşa Camii de zaviyeli tipe girer. Yalın planlı bu yapı, duvarlarındaki taş ve tuğla dizileri ile erken dönem Bursa camilerini andırmaktadır. İstanbul’daki erken dönem yapılarından biri de Davud Paşa Camii’dir. Bu da oldukça yalın bir yapıdır. Davud Paşa Camii, mimarisinin yanı sıra erken dönemden günümüze az sayıda gelebilmiş olan renkli duvar nakışlarına sahip olması bakımından da önemlidir.
İstanbul’un Osmanlı devletinin başkenti oluşunu simgeleyen yapılardan biri, hiç kuşku yok ki Topkapı Sarayı’dır. İstanbul’un fetihten sonra Beyazıt’ta, bugünkü Üniversite alanı içinde yapılan ilk Osmanlı sarayından günümüze hiçbir şey gelmemiştir. Oysa Topkapı Sarayı, Fatih çağından Abdülmecid zamanına kadar çeşitli eklerle genişletildiğinden, Osmanlı sanatının hemen bütün dönemlerini içeren bir yapılar topluluğudur. Topkapı Sarayı’nda Fatih döneminden kalan önemli bölümler arasında Çinili Köşk ilk akla gelendir. Dört eyvanlı planı ile Türk mimarisinin tipik bir yapısıdır. Gerek dış cephesinde gerekse iç süslemesinde zengin çini örnekler vardır. Bu yapıda Selçuklu döneminden beri uygulanan mozaik çini tekniğinin son örnekleri bulunmaktadır. Giriş eyvanının tamamı çini ve sırlı tuğlalarla süslüdür. Yapıdaki geometrik süslemenin yanı sıra yazı da dekoratif amaçla kullanılmıştır. Çinili Köşk, Osmanlı sanatında çininin dış süsleme olarak kullanıldığı önemli bir örnektir. Daha sonraki dönemler incelendiğinde çinin dış süsleme olarak kullanılması olayına pek fazla rağbet edilmediği görülür.