Tarih Pusulası

Nüfus Sayımı

*www.os-ar.com/ sitesinden alıntıdır !

Nüfus, sosyo-ekonomik bakımdan bir toplumun kalkınmasına tesir eden en büyük faktörlerden birisidir. Bir toplumda nüfusun artıp, azalması ile nüfus ve üretim ilişkisi savaşların ve tarihi olayların bazan sebepleri bazan da sonuçları arasında yer alır.

Nüfus sayımları, bir toplumu meydana getiren fertlerin sayı, cinsiyet, yaş, meslek, dil, din ve öğrenim durumlarını ortaya koyduğundan toplumların sosyolojik, ekonomik ve tarihî yönlerini araştırmak, sosyal tarihlerini yazmak için çalışma yapacak olanlar açısından oldukça önemlidir.

Osmanlı Devleti'nde ilk genel nüfus sayımı 1246 (1831) tarihinde II. Mahmud zamanında yapılmıştır. Osmanlı Devleti bu sayımla; müslim ve gayri müslim nüfusu ortaya çıkartmayı, böylece II. Mahmud döneminde Yeniçeri Ocağı'nın kaldırılıp (15-16 Haziran 1826) yerine yeni bir ordunun kurulması için ülke dahilindeki aktif gücün, yani askere alabileceği müslüman erkek nüfusun, diğer taraftan da ülke sınırları genişlediği için cizye alabileceği gayri müslim nüfusun tespitinin yapılması gayesini gütmüştür.

II. Mahmud döneminde (1808-1839) Osmanlı Devleti iç isyanlar, savaşlar ve devlet kademelerindeki çeşitli bozukluklar nedeniyle gerek ordu sisteminde, gerekse bürokratik ve malî açıdan çeşitli yenilikler ve düzenlemeler yapılmasına ihtiyaç duyulmuştur. Ülkenin güvenliğini sağlamakta olan Yeniçeri Ordusu'nun giderek bozularak yönetime başkaldıracak seviyeye gelmesi, eğitimden uzaklaşması ve gitgide devleti çeşitli sahalarda çökertmeye başlaması üzerine ülke dahilinde köklü düzenlemeler yapılması, bunun için de öncelikle ülke güvenliğinin sağlanması gerekiyordu. Bu da ancak ordunun bir düzene sokulması, teknolojik yeniliklerle donatılması ve yenilenmesi ile mümkündü. Çünkü düzensiz ve başıbozuk bir ordu ile köklü yeniliklere gitmek, zaten bozulmaya başlayan bir sistem için zor gözükmekteydi.

Bu nedenle, bir zamanlar Osmanlı Devleti'nin en güçlü kurumu iken sonraları bozulan ve devlete zarar vermeye başlayan Yeniçeri Ocağı 15-16 Haziran 1826'da lağvedildi. Bu olay Osmanlı tarihine "Vak‘a-i Hayriyye" olarak geçti. Yeniçeri Ocağı'nın yerine "Asâkir-i Mansûre-i Muhammediyye" adıyla yeni bir ordu kuruldu. Bu ordunun sağlam temellere oturtulması, sürekli geliştirilmesi ve hem maddî hem de insan gücü yönünden yeni kaynaklara sahip olması gerekiyordu. Yani ülke dahilinde askerlik yapabilecek halkın sayısı ile vergi mükellefi olanların sayılarının bilinmesi, yeni ordunun aktif gücünün tespit edilmesi ve son zamanlarda birçok aksaklıkları uğrayan vergi sisteminin yeniden düzene sokularak devletin gelir kaynaklarının tespit edilip düzenli şekilde vergi toplanması gerekiyordu. Bunları gerçekleştirebilmek için devlet kademelerinde yeni arayışlar başladı.

Tanzimat'la birlikte Osmanlı Devleti'nin çeşitli kademelerinde başlayan yenileşme hareketleri ve merkezî idarenin taşralarda daha fazla söz sahibi olması yani idarede merkeziyetçilik fikri, bürokratik yapıda da çeşitli yeniliklerin yapılması zorunluluğunu getirdi. Mahallî idarelerde birtakım değişiklikler yapılarak en küçük idarî birim olan muhtarlıklardan başlanıp, kazâ, sancak ve eyâletlerin idarî yapılarında da bir takım değişikliklere gidildi. Mahallelerde doğanların, ölenlerin, gelip gidenlerin ve güvenliklerinin takibi görevi müslüman mahallelerde imamlardan alınarak muhtarlara, gayri müslim mahallelerde ise papazlardan alınarak kocabaşılara verildi.

Nüfus işlerini takip için 1839'dan itibaren eyâletlerde nüfus nâzırı, sancak ve kazâlarda da nüfus memuru ve mukayyid adıyla memurlar görevlendirilmişlerdir. Bu memurların görevleri, bölgelerinde veya sorumluluk alanlarındaki doğum ve ölüm olaylarını takip ederek aylık cetveller halinde merkeze, yani İstanbul'da bu cetvelleri toplayacak ve takip edecek olan Cerîde-i Nüfus İdaresi'ne bildirmekti.

Cerîde Nâzırı Mehmed Said Paşa tarafından hazırlanan ve padişaha takdim olunan takrirde, vilâyetlerde ve kazâlarda yapılan sayımlarla ilgili tutulan defterlerin İstanbul'a gönderilmesi teklif edilmiştir.

Osmanlı Devleti, başta yeni fethedilen yerler olmak üzere ülke toprakları üzerinde yaşayan halkın sayım ve yazımını yaptırmıştır. Çünkü reayânın iyi bir şekilde idaresi Osmanlı Devleti'nin yükseliş ve gelişme dönemlerinde devlet için esas sayılmıştır. Bu esasa göre de devlet için bilinmesi gereken en önemli şey reayânın elinde bulundurduğu toprak ve bu toprak ile reayâ arasında var olan ilişkidir. Reayâ ile toprak arasındaki bu ilişkiyi tanıyıp iyi bilmek için de öncelikle toprak ve nüfus sayımının yapılması gerekmektedir. Vergi ve askerlik işleri bu sayım ve yazım esasına dayandığından, devletin toprak düzeni ve yönetim sistemi bu sayım ve yazımı zorunlu kılıyordu.

Osmanlı Devleti'nde nüfus sayımı asırlarca toprak yazımı ve dolayısıyla askerlik yapacak potansiyeli tespit için yapılmıştır. Toprak yazımının sonunda düzenlenen Tapu-Tahrir Defterleri'nde yazımla ilgili bilgiler toplanmıştır. XVI. yy.'da yaygın bir şekilde yapılan toprak yazımı daha sonraki senelerde çeşitli sebeplerden dolayı aksamalara uğramıştır.

Askerî ve malî konuları esas alarak yapılmış olan toprak yazımlarını nüfus sayımları gibi kabul etmek doğru değildir. Fakat toprak yazımı için tutulan kayıtlardan yola çıkılarak o dönemde yazımı yapılan yerlerin nüfusu hakkında kesin olmasa da yaklaşık olarak bir bilgi sahibi olmak mümkündür.

Toprak yazımı esnasında tutulan kayıtlarda yani Tapu-Tahrir Defterleri'nde belli bir yaşa gelmiş, eli silah tutan ve vergi mükellefi olan şahıslar esas alınmakta, ayrıca evlenmemiş vergi mükellefi olanlar da kayıtlarda belirtilmektedir. Bazı yerli ve yabancı araştırmacıların, tahrir defterlerinden o dönemde yazımı yapılan yerlerin genel nüfusu ile ilgili çalışmalarda kullanılabilecek standart bir sayı ortaya koyma yönünde yaptıkları çalışmalarda tahrir defterlerindeki hâne reislerinin, yerine göre 3-5 rakamlarıyla çarpılması sonucunda yazımı yapılan yerin ortalama nüfusunun bulunabileceğini belirtmelerine ve yaptıkları araştırmalarda bu yönde tahminlerde bulunmalarına rağmen bu tahminler objektif olamamaktadır. Çünkü hâne halkının sayısı coğrafî bölge, iklim, sosyal durum, göçler, savaşlar vs. gibi sebeplerden dolayı değişebilmektedir. Ayrıca vergiden muaf tutulanlar ile devlet görevlilerinin emrinde bulunan "maiyyet halkı" ve şehirlerde oturan yabancı tüccarlar ile aileleri tahrir defterlerinde belirtilmediğinden, bunların da dikkate alınması gerekmektedir. Ancak bu şekilde bölgenin tahmini nüfusu hakkında bir fikir yürütülebilir.

Buna rağmen tahrir defterlerinden, yazımı yapılan yerlerin nüfus yoğunluğu, gelir durumu, gelişmişlik durumu, ticarî faaliyetleri, ekilip-biçilen arazinin durumu gibi konularda bilgi elde etmek mümkündür. Ayrıca değişik zamanlarda yapılan sayımlarda tutulan defterler karşılaştırıldığında özellikle küçük yerleşim yerlerinin gelişmişlik durumu hakkında bilgi edinilebilir.

XVII. yy.'da fetihler sonucunda kazanılan topraklar bir yandan sınırları genişletirken, diğer yandan da kazanılan toprakların savunulması malî yönden Osmanlı Devleti'ni etkilemeye başladı. Fethedilen yerlerin geliri ancak kendi kendine yetebildiğinden, devletin mâliyesine yeni kaynaklar eklenemedi. Oysa o dönemlerde Avrupa'da savaş tekniklerinin gelişmesi ateşli silahların kullanılmaya başlaması Avrupa devletlerini güçlendirmekte, buna karşılık Osmanlı Devleti'ni de kendini yenileme, ordusunu güçlendirme ve teknik açıdan çağa ayak uydurma yönünde adımlar atmaya zorlamaktaydı. Bütün bunlar için de malî yönden güçlenmek ve gelir kaynaklarını artırmak gerekiyordu. O dönemde devlet tarafından öncelikle Kapıkulu Ocakları'nda bir düzenlemeye gidildi ve çağın gelişmelerine ayak uyduracak hale getirildi. Bunun için devletin gelirlerinin büyük bir kısmı seferber edildi. Fakat bir yandan Kapıkulu Ocakları'na önem verilirken diğer yandan devlete ait toprakları tasarruf etmelerine karşılık toprak sahiplerinin sefer esnasında çıkardıkları timarlı sipahilere gereken önem verilmedi ve timarlı sipahiler gitgide eski güçlerini yitirdiler. Yerinde idareden merkezden idareye doğru bir geçişin sonucu olarak timarlı sipahilerin işledikleri toprağın gelirinden büyük bir kısmını merkeze, yani devletin bütçesine aktarmak zorunda kalmaları kendilerini özellikle ateşli silahlar konusunda yenileyememelerine ve yavaş yavaş eski önemlerini yitirmelerine neden oldu. Kapukulu Ocakları'nın sayısının artması, timarlı sipahilerin eski önemlerini yitirmeleri, XVII. yy.'da paranın değerinin gitgide düşmesi, taht değişikliklerinde dağıtılan cülûs bahşişlerinin artması ve diğer birçok sebepten dolayı devletin mâliyesi bozulmaya, para sıkıntısı çekilmeye başlandı.

XVII. yy.'da devlet malî açıdan içine girdiği sıkıntılardan kurtulmak için çeşitli çareler aradı, bunun için de devlet idaresi, ordu ve malî sistemde köklü değişiklikler yapılması zorunlu hale geldi. Köklü değişikliklerin yapılması için ülke dahilinde toprak sayımının yeniden yapılması, böylece vergi gelirlerinin artırılması için çalışmalar yapıldı. Bu konuda Sadrazam Kemankeş Kara Mustafa Paşa tarafından hazırlanan lâyihada ülke dahilinde her otuz yılda bir tahrir yapılması, tahrirde müslüman ve dindar adamların görevlendirilmesi teklif olundu.

XIX. yüzyılın başlarına gelindiğinde savaşlar, iç isyanlar ve malî güçlükler nedeniyle askerî ve malî alanlarda köklü değişiklikler yapılması zorunlu hale gelmişti. Ragıb Efendi tarafından II. Mahmud'a sunulan lâyihada: Her sancak ve kazâya devlet tarafından, işten anlayan ve dirayetli birer müdür tayin edilmesi, kazâ müdürü veya başka bir isim taşıyacak olan bu memurların valilere tabi olması, tapu, evkâf, salyâne, cizye evrâkının dağıtılması ve düzeltilmesi işleri, koyun ve sığır vergisi, mîrî zahire işleri, redif askeri işleri vs. işlerle ilgilenmesi, sancak ve kazâlarda halkın ictimaî ve malî durumunu tespit etmesi ve muattal toprakları işlettirmesi teklif edilmekteydi.

Yine bu lâyihada: Görevlendirilecek memurlar tarafından önce şehir merkezlerinde daha sonra da köylerde mutavattın ahalinin mutasarrıf oldukları hâne, han, hamam, dükkan, çiftlik, değirmen, bağ, bahçe, tarla, çeltik, mera, çayır, zeytinlik, dutluk vs. emlâk ve arazilerinin timar, mülk ve vakıf tarlalarından kendilerine verilmiş olan senetlerin bizzat görülerek tek tek isim ve şöhretleriyle deftere kaydedilip; tapu senetleriyle, mukâtaa, zeâmet, timar ve vakıf senetleriyle mutasarrıf oldukları mülk ve arazilerin ayrı ayrı defterlere kaydolunması, tapu defterlerinin İstanbul'a gönderilmesi, İstanbul'da senetlerin yenilenerek ayrı bir mühürle mühürlenip, eski senetler alınarak yenilerinin emlâk ve arazi sahiplerine verilmesi; altı ayda bir salyâne ve nüfus defterlerinde yapılması gereken değişiklikler hakkında mahallinden tutulan raporlar geldikçe bu defterlerde de gereken değişikliklerin yapılması, böylece çeşitli haksızlıkların ve vergi kayıplarının önüne geçilebileceği teklif edilmiştir.

Ragıp Efendi, lâyihasında ayrıca görevli memurların görev yerlerine vardıklarında öncelikle şehir merkezi ve köyleri ahalisinin mutasarrıf oldukları emlâk, arazi ve akârâtı, koyun, keçi, manda, sığır, inek, deve, at, bârgir, katır, eşek, arı kovanı, domuz vs. hayvanların cins cins tespit edilip sahiplerinin isim ve şöhretleriyle birlikte deftere kaydolunması, sayım ve yazım işi bittikten sonra ahalinin yıllık geliri ve verecekleri yıllık verginin her köyün defterinin sonuna kaydedilmesi ve bundan sonra bu sayım ve yazım esas alınarak, değişikliklerin bu defterler üzerinde yapılması; böylece vergiye tabi mal, mülk, hayvan ve diğer gelir getiren varlıkların tespit edilerek, herkesin kazancına göre vergi vermesi, vergi yüzünden kimsenen haksızlığa uğramaması, fukaraya zulmedilmemesi ve âdilâne bir vergi dağılımının yapılması üzerinde durmuştur.

Ragıb Efendi, ahali ile emlâk ve arazinin yeniden sayım ve yazımının yapılması sonucu kazâ ve köylerdeki halkın mutasarrıf oldukları vakıf mallarının da ortaya çıkacağını, bu malların tapu senetlerine göre yeniden defterlere kaydolunacağını, böylece uzun yıllar mütevellîlerinin ihmal ve ilgisizliklerinden dolayı bakımsız kalan vakıf, cami, medrese, mektep, tekke, köprü, kuyu, kaldırım vs. birçok hayrâtın Evkâf Nezâreti tarafından kurtarılabileceğini teklif etmektedir. Ayrıca bu sayımla birlikte gayri müslim reayânın sayısı ve ekonomik durumu da ortaya çıkacağından, devlete ödeyeceği cizye miktarı da sağlıklı bir şekilde bilinecek, hakkaniyet üzere vergi vermeleri sağlanacaktır.

Görüldüğü gibi Ragıb Efendi hazırladığı lâyihada, yapılacak sayımla devletin elindeki toprakların, vergi toplanabilecek kayıtların, aynı zamanda da askere alınabilecek insan potansiyelinin güvenilir bir biçimde ortaya konabileceğini teklif etmekle kalmamış, bu sayımda nelere dikkat edileceği, nelerin esas alınacağı ve sayım sonucu tutulacak defterlerin nasıl değerlendirmeye tabi tutulacağını da açıkça belirtmiştir. Lâyihada ayrıca sayım memurlarının hangi konularda hassas ve ketum davranacakları hakkında da tavsiyelerde bulunmuştur.

II. Mahmud'un, bu lâyihayı esas alarak öncelikle ehl-i İslâm ve reayânın sayısının tespit edilmesini istediğini ve sayıma öncelikle Karaman'dan başlanılmasını emrettiğini Karaman valisine yazılan bir emr-i âlî müsveddesinde açıkça görmekteyiz. Emr-i âlîde öncelikle sayımı gerektiren sebepler sıralanmaktadır.

Bu sebepler şöyle özetlenebilir:

1- Bir müddetten beri vuku bulan seferler sebebiyle halk çok masraf yapmış, bu masraflardan dolayı birçok sıkıntı içerisine girmiştir.

2- Bir çok kazâ ve köyde halk tahammülünden fazla vergi vermeye zorlanmakta, bir kısmı vergisini hiç ödeyememekte, bir kısmının büyük vergi bakayaları bulunmakta, ayrıca görevli memurlar tarafından himaye ve iltimas edilen bir kısım halk vergiden muaf tutulmakta, bu gibilerin ödemeleri gereken vergiler diğer ahalinin üzerine yüklenmektedir. Vergi adaletsizliği yüzünden özellikle fakir halka yapılan zulmün ortadan kaldırılması, vergi sisteminin yeniden bir düzene sokulması gerekmektedir.

3- Anadolu'da bazı köylerin ahalisi önceki tahrirlerde köprü ve hanların tamiri, derbendlerin muhafazası görevlerine tayin olunup bu görevlerine karşılık vergiden muaf tutuldukları halde aradan geçen zaman içerisinde tamir edecekleri köprü ve hanların yıkıldığı, ortada tamir edilecek birşey kalmadığı, derbendcilik hizmetinin ise sadece sözde kaldığı, yani muafiyetlerine karşılık yapacakları bir görevleri olmadığı halde halen muafiyetlerini bahane ederek vergi vermekten kaçınmaları.

4- Devletin bu gibi durumlardan haberi olmasına ve zaman zaman bazı tedbirler almasına rağmen savaşların devam etmesi nedeniyle bir sonuç alınamaması, şimdi ise seferlerin durduğu, bu konuların bir kere daha etraflıca ve dikkatlice incelenerek ne gibi tedbirler alınması gerekiyorsa alınarak vergilerin hafifletilip yeniden düzenlenerek bir intizama sokulması.

II. Mahmud'un geniş ölçüde bir ıslahat yapma isteği, bunun için de öncelikle genel bir nüfus ve arazi sayımının yapılmasını emretmesi, Ragıp Efendi'nin hazırladığı lâyihanın II. Mahmud üzerinde etkili olduğunu göstermektedir.

Nüfus sayımının ne şekilde yapılacağını belirlemek için özel bir meclis teşkil edilmiş ve bu meclis tarafından talimatnâmeler hazırlanmıştır. Bu konuda sadaret kaymakamı tarafından II. Mahmud'a takdim olunan bir takrirde yapılacak tahririn açıkça nüfus tahriri olduğu belirtilmekte ve nelere dikkat edileceği anlatılmaktadır.

Sayım yapılırken sayım memurlarının ellerine sayımın nasıl yapılacağı ve nelere dikkat edileceği hakkında yazılı bir talimat verilmeyip konu şifahen kendilerine anlatıldığından, memurlar özellikle İslâm nüfusu sayarken aynı esasa göre hareket etmemişlerdir. Bazı yerlerde yaşa göre bir ayırım yapılmış, bazı yerlerde sakal ve bıyık esas olarak alınmış, bazı yerlerde de askerliğe elverişli olup olmamalarına göre sayım yapılmıştır.

Sayım yapılmadan önce sayım için görevlendirilen şer‘î memurlar Bâb-ı Âlî'ye çağrılarak harcırahları verilmiş, sayımda ketum davranmaları ve sayım göreviyle gidilen yerlerde herhangi bir fenalık zuhur etmemesi için itinalı davranmaları yolunda tenbihte bulunulmuştur. Yine bu toplantıda sayımın nasıl yapılması gerektiği hakkında Kütahya'yı tahrir ile görevlendirilen Hüsameddin Efendi kendi düşüncelerini anlatmış, sayımın tenbih edildiği şekilde yapıldığı takdirde çok uzun süreceğini ve sayımın ne için yapıldığı açıkça anlatılamayacağı için ahalide bir huzursuzluk yaratacağını dile getirmiştir. Hüsameddin Efendi, bunun önüne geçilmesi ve sayımın kısa zamanda tamamlanabilmesi için yaş taksimine gidilmesi, sekiz yaşına kadar olanların "asgar", 8-15 yaş arası "sağîr", 15-40 arası "şâb-ı emred", 40-60 arası "sinn-i vustâ" ve 60'dan yukarı yaşta olanların da "pîr" şeklinde yazılmasını, böylece hem sayımın hızlı bir şekilde yapılabileceğini hem de sayımı yapılan yerlerde askerliğe elverişli olanların ortaya çıkarılabileceğini ve sayımın gerekçelerini saklamaya gerek kalmayacağını, daha rahat sayım yapılabileceğini teklif etmiştir. Teklif toplantıya katılanlar ile serasker paşa tarafından da kabul görmüş ve uygun görüldüğü takdirde sayım için görevlendirilen bütün memurlara sayımda bu usûlün uygulanması yolunda birer pusula verilmesi konusu padişaha takdim edilmiştir. Sultan II. Mahmud'un konuya ilişkin hatt-ı hümayûnu aynen şöyledir: "Bu Rumeli ve Anadolu'nun tahriri maddesi pür dikkat ve i‘tinâ olunacak maddedendir. Felan böyle diyor beriki şöyle diyor diyerek bunu usûl-i sâbıkasından çıkarmaya gelmez. İşte Konya tahririne memur olan Nazif Bey yoluyla davranmaktadır. Bu Bursalı Hüsam Efendi ki, nahiyenin tahririne elvermez ise âhar bir münasibi ile uyuşdurulsun, el-hâsıl usûl-i sâbıka üzerine her birine vasâyâ-yı hafiyye tefhim ve ifâde olunmak üzere icrasına mübâderet olunsun."

II. Mahmud bu emriyle, nüfus sayımının eski usûle göre yapılmasını, onun bunun teklifleriyle hareket edilmemesini istemiştir. Yani sayım için görevlendirilen memurlara sayımın nasıl yapılacağına dair yazılı bir talimat verilmediğinden her bölgeye veya sayımı yapılan yerleşim birimlerinin özelliklerine göre değişik yöntemler kullanılmıştır. Fakat sayımın asıl gayesi ülke toprakları dahilindeki vergi mükellefleri ile askere alınabilecek şahısların tam sayısını, yani vergi ve asker potansiyelini öğrenmek olduğu için hangi yöntem uygulanırsa uygulansın sayım memurları bu esasa dikkat etmişlerdir.

Memurlar görevleri başına gönderildikten sonrada, sayım yapılan yerlerde düzenlenip İstanbul'a gönderilecek defterleri düzenleyip derlemek ve genel bir sonuç çıkartmak için Cerîde Nezâreti kurulmuştur. 1832 (1247) yılında Cerîde Nâzırı Said Efendi tarafından yazılıp, sadrazam tarafından padişaha takdim olunan bir takrirde de; tahrirden sonra, tahrir memurlarınca düzenlenen ve Cerîde Odası'na teslim olunan defterlerde ve tahriri yapılan yerlerde, tahrirden sonra vuku bulacak değişikliklerin defterlerde düzeltilmesi hakkında yapılması gereken işler için birtakım tekliflerde bulunulmakta, yapılan sayım işinin boşa gitmemesi ve bir düzene sokulması için konunun bir nizama bağlanmasını istemektedir.

Cerîde Nâzırı Said Efendi'nin nizama bağlanmasını istediği konuları şöyle özetleyebiliriz:

1- Anadolu ve Rumeli'de tahrirleri yapılan kazâ, kasaba ve köylerde sâkin ve mütemekkin ehl-i İslâm ve reayâ, memurlar tarafından yazılıp defterleri Dersaâdet'e geldikten sonra gerek ehl-i İslâm gerekse reayânın gelip-gidenleri, ölenleri ile yeni doğanların isim ve şöhretleriyle birlikte, Cerîde Odası'ndaki kayıtları düzeltilmek üzere her üç ayda bir yoklama defterlerinin Dersaâdet'e gönderilmesi.

2- Anadolu ve Rumeli'nin her bir kazâsına veyahut küçük kazâların bir kaç adedine mahallerinde ahâliden güvenilir ve mutemed birer mukayyid görevlendirilerek vilâyetten münasib bir maaş verilmesi ve bunun dışında kimseden her ne adla olursa olsun ücret alınmaması.

3- Doğan çocukların ismi, babasının isminin altına doğum tarihiyle birlikte kaydedilmesi, ölen şahısların isimlerinin üzeri çizilerek, ölüm tarihinin yazılması, başka diyarlarda olup vilâyetine gelenler ve başka kazâda olup memleketine gidenler, hacca gidenler-gelenler, askerlik veya başka bir iş için İstanbul'a gelenler ve başka yerlere taşınanların kayıtları defterlerinden bulunup gerekli değişikliklerin yapılması, bu nizamın düzenli olarak devamı ve kontrolü için Anadolu'da livâ merkezlerinde, Rumeli'de ise her bir kazâda güvenilir bir nâzır-ı defter tayin olunması.

4- Büyük kazâlarda muhtar ve mütevellîler, muhtar ve mütevellîsi olmayan yerlerde imamlar ve yaşlıların gelip-gidenleri, doğanları ve ölenleri haber vermesi.

5- Rumeli'de köylerden kazâlara, Anadolu'da ise kazâlardan livâ merkezlerine nüfusla ilgili değişikliklerin bildirilmesi, kazâ ve livâlardan ise valiler, mutasarrıflar veya ayanlar tarafından Dersaâdet'e bildirilmesi.

6- Papaz ve kocabaşılarının da reayânın doğum ve ölümlerini, gelip-geçenleri ve göçenlerini deftere kaydettirmeleri.

7- Bu nizamın icrası sırasında Dersaâdet'teki Cerîde Odası'nda görevli bulunanlar ile tahrir defterlerinin tashihi ve değişikliklerini bildirmekle mükellef olan görevli memurlardan görevlerinde kusur edenler olursa gereken cezaların verileceğinin ilgililere bildirilmesi.

8- Nüfusla ilgili bu usûlün bundan sonra da düzenli olarak devam ettirilebilmesi için Anadolu ve Rumeli'deki tüm mülkî görevlilerle Cerîde Odası'na Divân-ı Hümayûn'dan gereken emirlerin gönderilmesi.

Cerîde Nazırı Said Efendi tarafından takdim olunan bu takrîre, II. Mahmud'un yazdığı hatt-ı hümayûn ise şöyledir: "Cerîde nâzırının mecliste bi'l-müzâkere surh işaretiyle arzolunan işbu takrîri manzûr u ma‘lûm-ı hümayûnum olmuştur. Vâkıâ bu vechile nizâma rabtolunarak iktizâ eden evâmirin ısdâr olunmasına mübâderet olunsun."

II. Mahmud, Cerîde Nazırının hazırladığı nizamnâme sûretini aynen kabul etmiş ve bundan sonra aynen uygulanmasını istemiştir. Bu konuda irâde çıkarılarak ilgililere gönderildiği fakat ilgililerin konuya gereken önemi vermedikleri, bazan da gelişi güzel davrandıkları görülmüş, bunun önüne geçilmek için de 1251 yılında müslüman mahallelerin imam ve muhtarları ile gayri müslimlerin patrikleri ve hahambaşılarına birer talimatnâme hazırlanarak konunun önemi anlatılmış ve yapacakları işler belirtilmiştir.

Talimatnâmelerde, cerîde nâzırı tarafından hazırlanıp padişah tarafından da aynen uygulanması emri verilen nizamnâme hatırlatılarak mahallenin imam ve muhtarları tarafından, mahallerinde her ne kadar nüfus var ise istisnasız hepsinin sayılması istenmiş ve görevini aksatanların gerekli cezaya çarptırılacağı belirtilmiştir. Patriklere ve hahambaşılara verilecek talimatnâmede ise konunun önemi belirtilmiş, gayri müslimler içinde hâlâ sayılmayanların bulunduğu, sayımdan sonra meydana gelen doğum-ölüm ve diğer yer değiştirmelerle ilgili bilgilerin defterlerde düzeltilmediği, hatta sayımda sayımı yapan görevlilerin görevlerini suistimal ettikleri, mesela; tahrirde 8 yaşında yazılan bir şahsın bir iş için murûr tezkeresi almaya geldiğinde tahrirden bu güne kadar 6 yıl geçtiği halde 14 yaşında olması gerekirken 20-30 yaşlarında olduğunun görüldüğü, bunun da sayımı yapan görevlilerin ihmallerinin bir sonucu olduğu dile getirilmiştir.

1831 yılında yapılan nüfus sayımı, bir takım eksiklik ve aksaklıklara rağmen ülke dahilinde yaşayan müslüman ve gayri müslim nüfusu ortaya çıkarması bakımından önemlidir. Bu sayım Osmanlı Devleti'nin toprak yazımı vesilesi olmadan yapılan bir nüfus sayımı olarak kabul edilebilir. Ayrıca 1831 sayımı öncesi ve sonrası yapılan bir takım değişiklikler ile çıkartılan nizamnâmeler, ülke dahilinde merkezî bir nüfus kayıt sisteminin kurulmasını ve nüfus değişikliklerinin düzenli olarak takip edilmesini sağlaması açısından önemlidir.

1831 nüfus sayımı Rumeli ve Anadolu'da yapılmıştır.

Rumeli'de sayımı yapılan kazâlar şunlardır.

Çatalca, Tekfurdağı, İnecik, Malkara, Gelibolu, Şarköy, Bergos, Çorlu, Ereğli, Baba-i Atik, Havsa, Hayrabolu, Evreşe, Keşan, İnez, Cisr-i Ergene, Enez, Edirne, Çirmen, Çırpan, Ahiçelebi, Akçakızanlık, Zağra-i Atik, Dimetoka, Ferecik, Meğri, Gümülcine, Yenice-i Karasu, Uzuncaâbad, Hasköy, Sultanyeri, Drama, Sarışaban, Tırnova, Filibe, Tatarbazarcık, Ahtıman, Sofya, Şehirköy, Pravişte, Kavala, Berkofça, Cumapazarı, Sarıgöl, Eğribucak, Serfice, Tikveş, Petriç, Radovişte, Nevrekop, Menlik, Demirhisar, Zihne, Siroz, Selanik, Yenice-i Vardar, Vodine, Ağustos, Karaferye, Preznik, İznebol, Usturumca, Toyran, Karadağ, Avrathisarı, Radomir, İvrace, Köstendil, İvranya, Palanga, Eğridere, Vidin, Köprülü, Pirlepe, Samakov, Behişte, Kesriye, Persepe, Manastır, Filorina, İstrova, Horpeşte, Nasliç, İştip, Koçana, Komanova, Niğbolu, Servi, İzladi, Atrepoli, Lofça, Plevne, Rahova, Çire, Ziştovi, Rusçuk, Yanbolu, Zağra-i Cedîd, Kızılağaç, Niş, Prezrin, Sahrika, Tırgovişte, Üsküp, Kalkandelen, Kırçova, Silistre, Varna, İshakcı, Minkalye, Balçık, Saçin, Köstence, Hırsova, Tolcı, Babadağı, Edirne ve nahiyeleri ile Üsküdar, Manastır, Çöke, Ada ve Tirfilli.

Anadolu'da sayımı yapılan sancaklar da şunlardır:

Hüdavendigar, Karesi, Kocaeli, Eskişehir, Karaman, İçil, Alâiye, Menteşe, Teke, Hamid, Aydın, Saruhan, Bolu, Viranşehir, Ankara, Çankırı, Amasya, Sivas, Bozok, Çorum, Biga, Akdeniz adaları (Cezâir-i Bahr-i Sefîd), Kütahya, Adana, Bilan, Tarsus, Trabzon, Canik, Çıldır, Kars, Kastamonu ve Silistre.

Sayımda müslüman ve gayri müslim nüfus ayrı ayrı sayılmış, defterleri de ayrı tutulmuştur. Bütün sancak, kazâ ve köylerde halk İslâm ve reayâ (gayri müslim) olarak iki gruba ayrılmıştır, Rumeli tarafında Kıptîler de ayrı sayılmış ve defterleri ayrı tutulmuştur. Ayrıca Yahudiler, Fellahlar ve göçebeler de ayrı sayılmıştır. Anadolu'da ise aşiretlerin nüfusları ayrı gösterilmiş; fakat İslâm nüfusun toplamına katılmıştır. Anadolu'nun bazı sancak ve köylerinin sayımında hâne numaraları da gösterilmiştir. Doğu'daki aşiretler sayılırken de bazı defterlerde çadır sayısı görülmektedir.

1831 nüfus sayımında Anadolu ve Rumeli'de yaşayan erkek nüfusu yaşına bakılmadan istisnasız sayılmıştır. Orduya asker vermeyen bölgeler sayımın dışında tutulmuştur. Sayım dışında tutulan ve orduya asker vermeyen eyâletler şunlardır: Lahsa, Basra, Yemen, Mısır, Tunus, Cezâyir, Trablusgarb ve Habeş. Burada da açıkça görüldüğü gibi 1831 sayımının en büyük sebebi Yeniçeri Ocağı kaldırıldıktan sonra yeni kurulan "Asâkir-i Mansûre-i Muhammediyye" adı verilen orduya alınacak asker potansiyelinin tespiti ile vergilerin dağılımı ve tahsilinde görülen aksaklıkların düzeltilerek yeni bir vergi sisteminin uygulamaya konmak istenmesidir. Bu bakımdan sayım gayesine ulaşmıştır. Yalnız, harp münasebetiyle Silistre eyâletinin nüfus sayımı yapılamadığından, buralarda da sayım yapılabilmesi için iki yıl sonra tekrar memur görevlendirilmiştir.

Bu sayımda Arnavutluk taraflarında sayım için görevlendirilen memurlar ahali tarafından hoşnutsuzlukla karşılanmış, sayıma değişik manalar verilmeye çalışılmıştır. Hatta Arnavutluk ve Üsküp taraflarının sayımı için görevlendirilen memurlar, görev yerlerine ulaşmamışlarsa geri çağrılmaları, görev yerlerine ulaşmış fakat sayıma başlamamışlarsa sayımın ertelenmesi, sayıma başlamışlarsa herhangi bir huzursuzluğa meydan verilmeden devam olunması hakkında II. Mahmud'un emri üzerine bu bölgelerde sayım ertelenmiştir. Arnavutluk taraflarında birkaç köy sayılmışsa da sayımda görevlendirilen katiplerin acemiliği yüzünden sayım bir işe yaramamış, yaklaşık iki yıl sonra buralarda tekrar sayım yapılmak üzere İstanbul'dan tecrübeli üç katip görevlendirilmiştir.

1831 Nüfus sayımı için görevlendirilen sayım memurları sayımı yapılan yerlerle ilgili tuttukları defterleri önce kendi bölgelerine göre birleştirmişler ve defterleri temize çektikten sonra İstanbul'a göndermişlerdir.

Tahrir münasebetiyle her taraftan gelecek defterlerin merkezde tek bir yerde toplanıp kaydedilmesi ve daha sonra olabilecek değişiklikleri gelen defterlere işlemek üzere İstanbul'da bir daire açılması istenmiş ve II. Mahmud'un emriyle Sadaret Mektupçusu Said Efendi "Defâtir Nâzırı" adıyla ve 7.500 kuruş maaşla bu iş için görevlendirilmiştir. Defterlerin peyderpey Dersaâdet'e gelmeye başlaması üzerine sadaret kaymakamı tarafından Said Efendi'nin emrine memurlar görevlendirilmesi teklif edilmiş, fakat padişah tarafından bu teklif kabul edilmemiş ve büyük kazâların defterleri gelinceye kadar memur tayini işinin beklemeye alınması ve ileride bu konuda gerekenin yapılacağı belirtilmiş, ayrıca daha önce "Defâtir Nâzırı" ünvanıyla görevlendirilen Said Efendi'nin ünvan ve görevinin "Cerîde Nâzırı" olarak değiştirilmesi, yeni ihdas edilen daireye de "Cerîde Nezâreti" adı verilmesi istenmiştir.

1831'de yapılan nüfus sayımında herhangi bir karışıklık çıkmaması için sayımı tehir edilen Rumeli'nin bazı bölgeleri ile Arnavutluk'ta daha sonra sayım yapılmıştır. Ayrıca o tarihlerde harp münasebetiyle Silistre'nin bir kısım kazâlarında da nüfus sayımı yapılamamış, yaklaşık iki yıl sonra (1833) buranın sayımı için Nâbi Efendi görevlendirilmiştir. Bu kısmî sayımı bazı tarihçiler yeni bir nüfus sayımı olarak göstermektedir. Oysa bu sayım 1831'de yapılan fakat yukarıda işaret edildiği gibi bazı sebeplerden dolayı ertelenen yerlerde yapılan bir sayım olup 1831 sayımının devamı niteliğindedir.

1831 sayımına göre, sayımı yapılan yerlerde 2.5 milyonu Anadolu'da, 1.5 milyonu da Rumeli'de olmak üzere ortalama 4 milyon erkek nüfus yaşamaktadır.

1831 sayımından sonra 1844 yılında ülke genelinde bir nüfus sayımı daha yapılması kararlaştırılmıştır. Bu sayımın gayesi 1834-35 yıllarında "Redif Asâkir-i Mansûre" adıyla Yeniçeri Ordusu'nun yerine kurulan yeni orduya alınabilecek asker potansiyelini tespit etmekti. 1831 sayımıyla ülkede düzenli olarak nüfus olaylarını takip edecek bir kayıt sistemi kurulmuş olduğundan, 1844 sayımı daha detaylı yapılmak istenmiş fakat istenildiği kadar başarılı olunamamıştır. Yeni kurulan redif teşkilatının gayesi büyük bir genç nüfusu asker olarak uzun süre silah altında tutmak yerine, askerlik çağına gelmiş gençleri kendi bölgelerinde az masrafla ve kısa aralıklarla eğitip savaşa hazırlamaktı. Sayımın asıl gayesi asker potansiyelini belirlemek olduğu halde, bu sayımda 1831 sayımından farklı olarak erkek nüfusun yanında kadın nüfus da sayılmıştır. Buna rağmen halk, sayımının asıl gayesinin asker potansiyelini tespit olduğunu bildiğinden askere gitmemek için yanlış bilgi vermiş, gayri müslim din adamları da kendi cemaatleri hakkında doğru bilgi vermemişlerdir.

1844 sayımından sonra 1852'de Rumeli'de 1856'da Anadolu ve Suriye'de nüfus sayımları yapıldı. 1870'de genel bir nüfus sayımı yapılması için çalışmalar yapıldıysa da çeşitli sebeplerden dolayı sayım yapılamadı. 1874 yılında Tuna vilâyetinde ayrıntılı bir sayım yapıldı. 1877-1878 Osmanlı-Rus savaşından sonra da bir nüfus sayımı yapıldı. Fakat bu sayım Rumeli'den sürekli göç gelmesi nedeniyle çok geç tamamlanabildi.

Savaşlar ve çeşitli malî zorluklar nedeniyle zorla yapılabilen bu sayımlardan sonra 1882, 1895 ve 1906 tarihlerinde de kapsamlı nüfus sayımları yapıldı. Bunlar önceki sayımlardan daha başarılı oldu.

*

Osmanlı Devleti döneminde Kıbrıs'ta yapılan nüfus sayımlarıyla ilgili Osmanlı Arşivi'ndeki pek çok müstakil defter ve nüfus yoklama defterlerinden başka serî halde 19 adet defter bulunmaktadır. Bu defterler, Osmanlı Devleti'nde ilk genel nüfus sayımı olarak bilinen 1831 tarihine ve daha sonra yapılan sayımlara aittir. Defterler, her yerleşim yeri için ayrı ayrı tutulmuş ve daha sonra serî halde birleştirilerek ciltlenmiştir. 19 adet defterden 6'sı 1246 (1831), 7'si 1255 (1839) ve diğer 6'sı da 1258 (1842) yıllarında yapılan sayımlara aittir.

Bu çalışmada Kıbrıs'ın ilk nüfus sayımına ait olan 1246 (1831) tarihli 4 defter esas alınmıştır. Bunlardan 10605 numaralı deftere Müslümanlar; 1521, 5367 ve 10669 numaralı diğer üç deftere ise gayri müslimler kaydedilmiştir. Bu defterlere esas olan nüfus sayımı Halil Efendi tarafından yapılmış olup, defterler Lefkoşe Kadısı Hayâlî Mustafa bin el-Hâc İbrahim Efendi tarafından mühürlenmiştir.